(Enbiyâ, 107) "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."
İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen
son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında
Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye "Mevlid
Gecesi" denir.
O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış
yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş,
dünya yaşanmaz hale gelmişti.
Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah
inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan
toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için
çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.
Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile
kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk
Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan
mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde
dile getiren değerli bir eserdir.
Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek,
O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin
Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir.
Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize
örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun sevgisini ve
hoşnutluğunu kazanmış oluruz.
Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı.
Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mâteme bürünmüştü. Gözyaşı döken
gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem
de iştirak etmiş, sanki umumî yas ilan edilmişti!
Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tevhid” inancından
mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruhları ve kalpleri kasıp kavurmuştu.
Gönüllerde tek mâbud yerine, birçok bâtıl ilâh yer almıştı! Hakikî sahibini
arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.
İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk, cehalet ve
zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zâlimin zulüm kamçısı altında
mazlum inim inim inler hale gelmişti.
Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu.
Akıl, ruh ve kalpleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu
küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla
katlanmasına Allah’ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi! Bütün bunlara
son verecek bir zâtı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette
gönderecekti!
İşte, o zât geliyordu!
Dünyanın mânevî şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz insan,
Allah’ın Son Peygamberi geliyordu!
Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geliyordu!
O An…
Kâinat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık,
kendisine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsâlsiz insana “hoş-âmedî”de
bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.
Tarih: Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi.
Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra.
Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.
Mekke’de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher
vakti.
Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu:
Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), dünyaya gözlerini açtı!
Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak sürura
garkoldu. Karanlıklar, ânında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç ve heyecan
içinde adeta, “Doğdu ol saatte Sultan-ı Din Nura garkoldu semâvât-ü zemin”
diye haykırdı.
O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi
Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını
değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.
İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye
gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat
edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer
varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.
Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o
gece neler oldu neler?
Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret
ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu
müjdeyi verdiler.
O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur"
dediler.(1)
Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam
ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir
toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu
ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in
kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak,
üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.
Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her
birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece
Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular."
haberini aldılar.
Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki
beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,
"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.
Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti.
Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar
peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.
"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar
ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)
Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden
görüp gördükleri çok manalıydı..
Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu
ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin
şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut
Muhammed ismini ver."
Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve
Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını
gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)
Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de
şöyle:
"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi
sarktıklarını gördük."
Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu
hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:
"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"
Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi
takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir
çanakla kapattılar.
Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz
olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin
üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne
dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)
Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve
âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması
için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği
görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp
yerlere düştüğü öğrenildi.
Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede
edildi.
Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta
tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal
tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla
her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun
âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden
sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi,
bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.
Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.
Allah'ım, Resûl(sav)ün senden neyi istediyse, onu istiyor; neden sana
sığındıysa, ondan da sana sığınıyoruz.
Mevlid Kandilimiz mübarek olsun.GonlumunGulu.Com
Kuran-ı Kerim
(Enbiyâ, 107) "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."
(İsrâ Sûresi, 105) ''Biz Kur'ân'ı hak olarak indirdik. O da hakkın ve gerçeğin
ta kendisi olarak indi. Seni de ey Resulüm, sadece rahmetle müjdelemen ve
inanmayanları ise azapla uyarman için gönderdik.''
(Âl-i İmran Sûresi 31)
Ey Resulüm, de ki: "Ey insanlar, eğer Allah'ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir (çok
affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir)."
Kategori : Mübarek Gün ve Geceler » ( Mevlid Kandili )