a) Kazâ ve Kaderin Anlamları
Kader sözlükte "ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek"
anlamlarına gelir. Terim olarak "yüce Allah'ın, ezelden ebede kadar olacak bütün
şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip
sınırlaması ve takdir etmesi" demektir. Allah'ın ilim ve irade sıfatlarıyla
ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir
nizam ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifade eder.
Sözlükte "emir, hüküm, bitirme ve yaratma" anlamlarına gelen kazâ, Cenâb-ı
Hakk'ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince, her
birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve
yaratmasıdır. Kazâ Allah'ın tekvîn sıfatı ile ilgili bir kavramdır.
b) Kazâ ve Kadere İman
Kader ve kazâya iman yüce Allah'ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına
inanmak demektir. Bir başka deyişle bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazâya
da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazâya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve
kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin
Allah'ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna,
Allah'tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.
Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri
ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur:
Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde
seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu
bilgisine göre diler, yine Allah bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı
gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah'ın ilmi, kulun
seçimine bağlı olup, Allah'ın ezelî mânada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve
seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Aslında insanlar, Allah'ın
kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu
bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Bir
başka ifadeyle söylersek biz, yüce Allah bildiği için belli işleri yapmıyoruz.
Bizim bu işleri yapacağımız, O'nun tarafından ezelî ve mutlak anlamda
bilinmektedir. Allah, kulu seçen ve seçtiklerinden sorumlu olan bir varlık
olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu ve yükümlü tutmuştur. Ayrıca
Allah Teâlâ, kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı noktasında bir ilâhî kanun
da belirlemiştir.
Kader konusunda bilinmesi gereken bir başka husus da şudur:
Kader iç yüzünü ancak Allah'ın bilebileceği, mutlak ve kesin bir biçimde
çözümlenmesi mümkün olmayan bir ilâhî sırdır. Zaman ve mekân kavramlarıyla
yoğrulmuş bulunan insan aklı, zaman ve mekân boyutlarının söz konusu olmadığı
bir ilâhî ilmi, irade ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde değildir. Kader
konusunu kesin biçimde çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve
imkânsıza tâlip olması demektir.
Kader ve kazâya inanmak iman esaslarındandır. Ancak insanlar kaderi bahane
ederek, kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar.
Bir insan "Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben
ne yapayım?" diyerek günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da
kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu
fiiller, insanlar böyle tercih ettikleri için, bu seçime uygun olarak Allah
tarafından yaratılmışlardır. Ayrıca sır olan kaderin iç yüzü Allah'tan başkası
tarafından bilinemez. O halde kader ve kazâya güvenip çalışmayı bırakmak, olumlu
sonucun sağlanması ya da olumsuz sonuçların önlenmesi için gerekli sebeplere
sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslâm'ın kader anlayışı ile bağdaşmaz. Allah
her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse
Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilâhî kanundur ve bir
kaderdir.
c) Kader ve Kazâ ile İlgili Âyet ve Hadisler
Kader ve kazâya iman, her şeyin Allah'ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden
âyetlerin yanı sıra ilâhî ilmin, olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları
kuşattığını belirten âyetlerde ısrarla vurgulanmıştır. Hz. Peygamber de bazı
meşhur hadislerinde kadere imanı bir iman esası olarak açıklamıştır. Kader
konusu ile ilgili bazı âyetlerin meâli şöyledir:
"...O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir" (er-Ra`d 13/8).
"...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah,
yüceler yücesidir" (el-Furkan 25/2).
"De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez..." (et-Tevbe
9/51).
Bu âyetlerden başka Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, dilediğini sapıklığa
sevkedip, dilediğini hidayete erdirdiğini, insanlar arasında ölümü O'nun takdir
ettiğini bildiren âyetler de (bk. ez-Zümer 39/62; es-Sâffât 37/96; el-A`râf
7/178; el-Vâkıa 56/60 vb.) kapsam açısından kâinatta her şeyin belli bir kadere
bağlı bulunduğu, bunun da Allah Teâlâ tarafından belirlendiği sonucunu ortaya
çıkarmaktadır.
Hz. Peygamber de Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste açıklandığı gibi, kadere
imanı iman esasları arasında saymıştır.
Bu hadiste geçtiğine göre Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz'e:
- "İman nedir?" diye sormuş, o da:
- "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve
şerriyle kadere inanmandır" cevabını vermiştir (bk. Müslim, "Îmân", 1; Ebû Dâvûd,
"Sünnet", 15; İbn Mâce, "Mukaddime", 9).
Kaderin bir ilâhî sır oluşunu ve insanlar tarafından gerçek anlamda çözülmesinin
imkânsızlığını göz önünde bulunduran Hz. Peygamber kader konusunu tartışan
ashabını uyararak şöyle buyurmuştur:
"Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak
gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara
başladıkları zaman helâk olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz" (Tirmizî,
"Kader", 1).
d) İnsanın İradeli Fiilleri ve Fiillerinin Yaratılması
aa) Allah'ın ve İnsanın İradesi
Sözlükte "seçmek, istemek, yönelmek, tercih etmek ve karar vermek" anlamlarına
gelen irade terim olarak, "Allah'ın veya insanın ilgili seçeneklerden birini
seçip belirlemesi, tayin ve tahsis etmesi" diye tanımlanır.
Allah'ın iradesi ezelîdir, sonsuzdur, sınırsızdır, herhangi bir şeyle bağlantılı
değildir ve mutlaktır. İnsanın iradesi ise sonlu, sınırlı, zaman, mekân vb.
şeylerle bağlantılıdır. Evrende meydana gelen her olay ve varlık, Allah'ın
tekvînî (oluşumla ilgili) iradesi ile meydana gelir. Kul da Allah'ın kendisine
tanıdığı sınırlar içinde fiilini seçer. Kulun fiilinde hür olması demek,
hürriyetine inanması, fiili yaparken herhangi bir baskı altında olmadığını
kabullenmesi demektir.
Ehl-i sünnet'in önemli iki kolu olan Eş`arîler ve Mâtürîdîler, insanın iradesi
ve bu iradenin fiildeki rolü konusunda temelde görüş birliği içinde olmuşlardır.
Ancak Eş`arîler, Allah'ın iradesinin her şeyi kuşattığını dikkate alarak, bu
iradeye küllî (genel) irade adını vermişler ve böyle bir nitelendirme ile onu,
kulun iradesinden ayırt etmek istemişlerdir. Mâtürîdîler ise, Allah'ın iradesine
ilâhî ve ezelî irade demişler, küllî ve cüz'î irade terimlerini kulun iradesinin
iki yönünü belirtmekte kullanmışlardır. Küllî irade, Allah tarafından kula
verilmiş olan, yapma veya yapmamayı tercihte aracı kabul edilen seçme
yeteneğidir. Cüz'î irade ise küllî iradenin, iki taraftan birine aktif biçimde
yönelmesinden ibarettir. Mâtürîdîler bu sebeple cüz'î iradeye, azm-i musammem
(kesinleşmiş karar), ihtiyâr (seçim) ve kasıt (yönelme) adını da verirler.
bb) İnsan İradesi ve Fiildeki Rolü
İnsanlar fiillerde gerçek bir irade hürriyetine sahiptirler. Çünkü insan bu
gerçeği kendi içinde her an duymakta, yaptığı işlerde hür olduğunu
hissetmektedir.
Yüce Allah, insanların irade sahibi, dilediğini yapabilir bir varlık olmasını
irade ve takdir buyurmuş ve onları bu güç ve kudrette yaratmıştır. Bu sebeple
insanlar kendi istek ve iradeleriyle bir şey yapıp yapmamak gücündedirler, iki
yönden birini tercih edip seçebilirler. İnsanın sevabı ve cezayı hak etmesi,
belli işlerden sorumlu olması bu hür iradesi sebebiyledir. Fiilin meydana
gelişinde kulun hür iradesinin etkisi vardır. Fakat fiillerin yaratıcısı Allah
Teâlâ'dır. Allah kulların iradeli fiillerini, onların iradeleri doğrultusunda
yaratır. Bu, Allah'ın buna mecbur ve zorunlu olmasından değil, âdetullah ve
sünnetullah adı verilen ilâhî kanununu yani kaderi bu şekilde
düzenlemesindendir. Bu durumda fiili tercih ve seçmek (kesb) kuldan, yaratmak
(halk) Allah'tandır. Kul iyi veya kötü yönden hangisini seçer ve iradesini
hangisine yöneltirse Allah onu yaratır. Fiilde seçme serbestisi olduğu için de
kul sorumludur. Hayır işlemişse mükâfatını, şer işlemişse cezasını görecektir.
İnsanın hür bir iradeye sahip olduğunu ve bu iradesinden dolayı sorumlu ve
yükümlü bulunduğunu gösteren âyetler vardır:
"Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene
yemin ederim" (eş-Şems 91/7-8).
"Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör"
(el-İnsân 76/3).
"Kim iyi bir iş yaparsa lehine, kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin
kullara asla zulmedici değildir" (Fussilet 41/46).
O halde insanlar, Allah'ın kulları olarak sorumluluklarını bilip doğru, iyi,
güzel, hayırlı şeyler işleyip, yanlış, kötü, çirkin ve şer davranışlardan
uzaklaşmalılar, böylelikle âhirette güzel karşılıklara ve mükâfatlara ulaşmaya
çalışmalıdırlar.
cc) İnsanın Fiillerinin Yaratılması
İnsanın fiilleri, zorunlu (ıztırarî) fiiller ve ihtiyarî (iradeli) fiiller olmak
üzere ikiye ayrılır. Nefes alışımız, kalp atışımız, midemizin sindirimi gibi
zorunlu ve refleks hareketlerimizin oluşturduğu fiillere ıztırarî fiiller adı
verilir. Bunların oluşumunda insan iradesinin herhangi bir rolü yoktur.
Dolayısıyla da insan bu fiillerden sorumlu değildir.
Yazı yazmak, oturup kalkmak, namaz kılmak veya kılmamak, hayır veya şer, iyi
veya kötü bir şey işlemek gibi hür irademizle seçerek yaptığımız fiiller ise
iradeli fiillerimizdir. İradeli fiillerimizin oluşumunda herhangi bir baskı ve
zorlama altında değilizdir. Her ne şekilde olursa olsun bizi ve yaptıklarımızı
yaratan Allah Teâlâ olduğu için, bizim her iki çeşit fiilimizi yaratan da Allah
Teâlâ'dır.
Ehl-i sünnet'e göre kulların fiillerini onların iradeleri doğrultusunda yaratan
Allah olduğu için, yaratma sıfatı Allah'tan başka bir varlığa verilemez. Bu
sebeple kulun, fiilini kendisinin yarattığı ileri sürülemez. Çünkü bir âyette
"Allah her şeyin yaratıcısıdır..." (ez-Zümer 39/62) buyurulmuştur. İnsanın fiili
de şey kapsamındadır. Şey somut varlığı olan demektir. O halde insan fiilinin
yaratıcısı da Allah Teâlâ'dır.
Buna göre insan, hür iradesi ile fiili seçer, gerekli gücü sarfeder, Allah da
onun neyi seçeceğini ezelî ilmi ile bilir, bu ilmine göre irade ve takdir
buyurur ve bu iradesi doğrultusunda yaratır.
e) Tevekkül
Sözlükte "güvenmek, dayanmak, işi başkasına havale etmek" anlamlarına gelen
tevekkül terim olarak, hedefe ulaşmak için gerekli olan maddî ve mânevî
sebeplerin hepsine başvurduktan ve yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra
Allah'a dayanıp güvenmek ve ondan ötesini Allah'a bırakmak demektir. Meselâ bir
çiftçi önce zamanında tarlasını sürüp ekime hazırlayacak, tohumu atacak,
sulayacak, zararlı bitkilerden arındırıp ilâçlayacak, gerekirse gübresini de
verecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah'a güvenip dayanacak ve sonucu
O'ndan bekleyecektir. Bunların hiçbirisini yapmadan "Kader ne ise o olur"
tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İslâm'ın tevekkül
anlayışıyla bağdaşmaz.
Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının tabii bir sonucudur. Tevekkül
eden kimse Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir.
Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik, gerilik ve miskinlik demek
olmadığı gibi, çalışma ve ilerlemeye mâni de değildir. Çünkü her müslüman
olayların, ilâhî düzenin ve kanunların çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi
içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde
edilmez. İlâç kullanılmadan tedavi olunmaz. Sâlih ameller işlenmedikçe Allah'ın
rızâsı kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Öyleyse tevekkül, çalışıp
çabalamak, çalışıp çabalarken Allah'ın bizimle olduğunu hatırdan çıkarmamak ve
sonucu Allah'a bırakmaktır.
Yüce Allah bir âyette
"...Kararını verdiğin zaman artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine
dayanıp güvenenleri sever" (Âl-i İmrân 3/159) buyurmuş, müminlerin bir başka
varlığa değil, yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiş, çünkü tevekkül edene
kendisinin yeteceğini bildirmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/122, 160; el-Mâide 5/11;
et-Tevbe 9/51; İbrâhim 14/11; et-Tegabün 64/13; et-Talâk 65/3).
Hz. Peygamber de devesini salarak tevekkül ettiğini söyleyen bedevîye "Önce
deveni bağla, Allah'a öyle tevekkül et" (Tirmizî, "Kıyamet", 60) buyurarak
tevekkülden önce tedbirin alınması için uyarıda bulunmuştur.
f) Hayır ve Şer
Sözlükte "iyilik, iyi, faydalı iş ve fayda" anlamlarına gelen hayır, Allah'ın
emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar demektir. Sözlükte "kötülük,
fenalık ve kötü iş" demek olan şer de Allah'ın hoşnut olmadığı, sevmediği, meşrû
olmayan, işlenmesi durumunda kişinin ceza ve yergiye müstehak olacağı
davranışlar demektir.
Âmentüde ifade edildiği üzere her müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah'tan
olduğuna inanır. Yani âlemlerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ hayrı da şerri de
irade eder ve yaratır. Çünkü âlemde her şey onun irade, takdir ve kudreti
altındadır. Âlemde ondan başka gerçek mülk ve kudret sahibi, tasarruf yetkisi
olan bir başka varlık yoktur. İnsan, hayrı da şerri de kendi iradesi ile
kazanır. Allah'ın hayra rızâsı vardır, şerre ise yoktur. Hayrı seçen mükâfat,
şerri seçen ceza görecektir. Şerrin Allah'tan olması, kulun fiilinin meydana
gelmesi için Allah'ın tekvînî iradesinin ve yaratmasının devreye girmesi
demektir. Yoksa Allah kulların kötü filleri yapmalarından hoşnut olmaz, şerri
emretmez, şerre teşrîî (dinî) iradesi yoktur.
Ehl-i sünnet'e göre, Allah'ın şerri irade edip yaratması kötü ve çirkin
değildir. Fakat kulun şer işlemesi, şerri kazanması, şerri tercih etmesi ve
şerle nitelenmesi kötüdür ve çirkindir. Meselâ usta bir ressam, sanatının bütün
inceliklerine riayet ederek, çirkin bir adam resmi yapsa, o zatı takdir etmek ve
sanatına duyulan hayranlığı belirtmek için "ne güzel resim yapmış" denilir. Bu
durumda resmi yapılan adamın çirkin olması, resmin de çirkin olmasını
gerektirmemektedir. Yüce Allah mutlak anlamda hikmetli ve düzenli iş yapan
yegâne varlıktır. Onun şerri yaratmasında birtakım gizli ve açık hikmetler
vardır. Canlı ölüden, iyi kötüden, hayır şerden ayırt edilebilsin diye, Allah
eşyayı zıtlarıyla birlikte yaratmıştır. Ayrıca insana şer ve kötü şeylerden
korunma yollarını göstermiş, şerden sakınma güç ve kudretini vermiştir. Dünyada
şer olmasa hayrın mânası anlaşılamaz, bu dünyanın bir imtihan dünyası
olmasındaki hikmet gerçekleşemezdi. Şer Allah'ın adalet ve hikmeti gereği veya
kendisinden sonra gelecek bir hayra vasıta ve aracı olmak ya da daha kötü ve zor
bir şerri defetmek için yaratılmıştır.
Allah'ın kudreti ile meydana gelen her işte ya kendimiz, ya başkaları, ya da
toplum için birtakım faydalar bulunabilir. Bir şeyin şer olması bize göredir.
Bir âyette bu husus şöyle açıklanmaktadır:
"Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki,
sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir"
(el-Bakara 2/216).
Bir şeyin şer sayılmasının gerçeğe ve sonuca uymayışına şöyle bir örnek
verilebilir: Hz. Peygamber'in yurdundan ayrılmaya zorlanıp Mekke'den Medine'ye
hicret etmesi ilk bakışta birçok kimseye şer olarak gözükmüş ise de, bu olay bir
süre sonra Mekke fethi gibi iyi bir sonuca ortam hazırlamış ve nice hayırlı
gelişmelere vesile olmuştur.
g) Rızık
Sözlükte "azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey" anlamına gelen rızk, terim
olarak, "yüce Allah'ın, canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her
şey" diye tanımlanır. Bu tanıma göre rızık, helâl olan şeyleri kapsadığı gibi,
haram olanları da kapsamaktadır.
Ehl-i sünnet rızık konusunda şu temel prensipleri benimsemiştir:
1. Yegâne rızk veren (rezzâk-ı âlem) Allah Teâlâ'dır. Kur'an'da,
"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir..." (el-Hûd
11/6) buyurularak, tüm canlıların rızkını verenin Allah olduğu bildirilmiş, bir
başka âyette de O'nun, dilediğine bol rızk verip, dilediğinin rızkını ise
daralttığı ifade edilmiştir (eş-Şûrâ 42/12).
2. Rızkı yaratan ve veren Allah Teâlâ'dır. Kul, Allah'ın evrende geçerli tabii
kanunlarını gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için
tercihlerde bulunur. Allah da onun bu tercihine ve çabasına göre rızkını
yaratır. Allah'ın yegâne rızık veren olması, tembellik yapmayı, çalışmamayı,
yanlış bir tevekkül anlayışına sahip olmayı gerektirmez. Kazanç için, meşrû
yollardan gerekli girişimde bulunmak kuldan, rızkı yaratmak ise Allah'tandır.
3. Haram olan bir şey, onu kazanan kul için rızık sayılır. Fakat Allah'ın haram
olan rızkı, kulun kazanmasına rızâsı yoktur. Bir âyette, "Artık Allah'ın size
verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin..." (en-Nahl 16/114) buyurularak,
helâl yenilmesi emredilmiş, haram yasaklanmıştır.
4. Herkes kendi rızkını yer. Bir kimse başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi,
başka biri de onun rızkını yiyemez.
h) Ecel
Sözlükte "önceden tesbit edilmiş zaman ve süre" anlamına gelen ecel, terim
olarak, insan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu sürenin
sonunu yani ölüm anını ifade eder.
Her ferdin ve toplumun bir eceli vardır. Ecel tek olup Allah'ın kazâ ve
kaderiyledir. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve öldüren Allah olduğundan,
eceli belirleyen de O'dur. "Aranızda ölümü takdir eden biziz..." (el-Vâkıa
56/60) âyeti bu hususu ortaya koymaktadır.
Kur'an âyetlerinden anlaşıldığına göre, ecel ne vaktinden önce gelebilir ne de
geciktirilebilir:
"Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de
bir an ileri gidebilirler" (el-A`râf 7/34; Yûnus 10/49),
"Allah eceli geldiğinde hiçbir kimse için erteleme yapmaz..." (Münâfikun 63/11).
Ecel hiçbir sebeple değişmez. Bazı ibadet ve güzel davranışların ömrü
artıracağına dair hadisler (bk. Süyûtî, el-Câmiu's-sag¢r, II, 44) insanları
hayırlı ve güzel işlere teşvik etmeyi amaçlayan hadisler olup, genellikle şu
anlamda yorumlanmışlardır:
1. Ömrün artmasından maksat, elem ve kederden uzak, huzur ve mutluluk içinde,
sağlıklı, güçlü ve kuvvetli yaşamaktır.
2. Yüce Allah bu gibi kimselerin iyilik yapacağını bildiği için ezelî planda
onların ömrünü buna göre fazla belirlemiştir.
Ehl-i sünnet bilginlerine göre, öldürülen şahıs da (maktul) bütün insanlar gibi
eceliyle ölmüştür. Çünkü ecel, hayatın tereddütsüz olarak son bulduğu andır.
Şayet maktul öldürülmemiş olsaydı, o anda tabii veya bir başka biçimde ölecekti.
Bu hususu belirleyen ilâhî iradedir. Şu halde katil o kişiyi öldürmekle onun
ecelini öne almış değildir. Katilin cezayı hak etmesinin sebebi de, Allah'ın
"...Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı
cana haksız yere kıymayın. İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki
düşünüp anlarsınız" (el-En`âm 6/151) buyruğu ile yasakladığı bir şeyi işlemesi,
kul olarak kendine verilen gücü kullanma hususunda dinin haram kıldığı bir
davranışı isteme ve yapma yönünde seçimini yapmış olmasıdır. Onun bu seçimi
üzerine de sünnetullah diye ifade edilen tabiat kanunlarına göre Allah, ölüm
denen sonucu yaratmış olmaktadır. Allah'ın bu durumu ezelî ilmiyle biliyor
olması, kulun iradesinin elinden alınmış olması anlamına gelmez.
Kaynak: İslam ilmihali
"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe,
kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmaktır." Müslim, İman
“Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık." Kamer, 54/49
“O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk
edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve
yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” Furkan, 25/2
"Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz
onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz
bu, Allah’a göre kolaydır." Hadid, 57/22